Istisna bir gün
Kullan ve at
Ahlakin en büyük ahlaksizlik oldugu ülke
lezbiyen kimlik
görünmezlik ve beden
İSTİSNA BİR GÜN
Kadınlar günü…Duyarsınız belki zaman zaman, birileri kadınların hakları olduğunu, kadın olmanın aşağılayıcı bir neden olarak görülebildiğini ve bunun ortadan kaldırılması gerektiğini, kadının baskı altında olduğunu söyler ve başka birileri de kalkar “vay siz feministsiniz zaten” diyerek hem feminizmi aşağılar hem de kadının haksızlıklara uğramışlığını görmezden gelir. Bu tartışmalar çokça duyulur. Feministlik “taslayanlar” (?!) karalanır, böyle kadınlar erkek düşmanı öcü olarak nitelendirilirler. Sakın kadınların haklarından bahsetmeyin, sonra size de vururlar bir feminist damgası! Kötüdür ya feminist olmak, maazallah alay konusu olursunuz. Kadınların bastırılmışlıklarını, susturulmuşluklarını, acılarını, hatta bırakın bunları en basit ayrımcılıkları bile dile getirseniz erkeklerden tekme yemişliğinin acısını çıkartmaya çalışan bir kadın olarak görülürsünüz. Erkekseniz daha beter! Erkek feminist olmaz, olamaz; erkekliğin şanına yakışmaz böyle şeyler.
Tüm bu sorunların dile getirilebildiği tek bir istisna gün vardır. Kadın olmanın anlamını, kadınlığın töresel, yerel, bölgesel, küresel sorunlarını konuşabileceğiniz bir tek tane gün! İşte 8 Mart, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlara ilişkin sorunların tartışılabileceği tek gündür. Geri kalan günler hep erkeklerindir. Biliyorum çok fazla iddialı söylediklerim. Haksızlık yapıyorsun da diyebilirsiniz. Ancak kadınlara dair sorunların konuşulabildiği tek gün olmamakla beraber 8 Mart bu konunun yine mi denmeden gündeme geldiği tek gündür. 8 Mart haricindeki herhangi bir günü ele alalım, kadına dair neler konuşulabilir böylesi günlerde? Yani feministler haricindeki insanlar ne konuşurlar? Örnekler: “Ekonomide kadının yeri”, “İlk kadın bakan, başbakan”, “kadına şiddet uygulanıyor”, “tecavüz”…v.s. Bu konuların ele alınması güzel gelişmeler mi? Bunlar zaten ele alınması gereken şeyler. Yani kimse bunları dile getirdiği için kadınlara lütufta bulunmuyor! Oysa 8 Mart haricindeki herhangi bir gün kadın konusunu biraz fazla konuşun hemen karalanır, feministlikle suçlanır (feminist olmanın ne suçu varsa artık), erkek düşmanı kabul edilirsiniz. Geçmişinizde erkekler size çok çektirmiştir ya, belki çok çirkinsinizdir ya veya da erkekleri çekemiyorsunuzdur ya, işte hep bunlardankafa şişirdiğiniz düşünülür. Oysa ne ilginçtir ki, 8 Mart’ta konuşma özgürlüğüne kavuşursunuz. En muhafazakarı bile kadınlar gününü kutlar.
Bu aralar belki görüyorsunuzdur, panolarda AKP kadınlar gününü kutluyor. Hatta başbakanın daha önceki 8 Mart demeçlerine bakın, kadının siyasi ve sosyal hayatta yerini alması gerektiğini söylüyor. İnandırıcı geliyor mu bu söylemler? Ya peki kadınlar gününü kutlayan başkalarının kutlamaları samimi mi acaba? 364 gün kendi meselelerine kapanmış olan ve ülkenin yarısını görmezden gelenler 8 Mart’ta ne oluyorsa birden uyanıveriyorlar. Görüyorsunuz ya aslında kadınlara tek gün verilmiş koskoca yıl içerisinde.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığından bahsetmek 8 Mart’ta serbest, diğer günlerde ise bu konuları konuşmaya yeltenmeyin bile!
YA TÜRKİYE DIŞINDA…
Sanmayın ki sadece Türkiye’de durum böyle. Dünyanın pek çok yerinde 8 Mart kutlanıyor; ancak açık ya da gizli olarak kadınlar aşağılanmaya devam ediyor. Zillah Eisenstein (Amerika’daki Ithaca Üniversitesi’nde Profesör olan feminist bir aktivist) “Sexual Humiliation, Gender Confusion and the Horrors at Abu Ghraib” (Cinsel Aşağılama, Toplumsal Cinsiyet Karmaşası ve Abu Graib’de Korku) adlı yazısında Irak’ta ABD askerlerinin (kadın ve erkek subaylar da dahil bu gruba) müslüman arap erkeklere tecavüzlerine, New York Times’da “tecavüz” sözcüğü ile değil de “aşağılama” sözcüğü ile yer verildiğine değinmiş, erkeğe tecavüzün erkeği kadınlaştırdığı için gazetenin “aşağılama” sözcüğünü özellikle kullandığını belirtmiştir. Oysa Bosna’da kadınların ırzına geçilmesi olayının “tecavüz” olarak adlandırıldığını ifade etmiş, erkeğe uygulanan benzer tip şiddetin ise, erkeğe kadına davranıldığı gibi davranılmasından ötürü, aşağılama olarak adlandırıldığını söylemiştir. Amerika’da da 8 Mart kutlanacaktır, hatta “aşağılama” sözcüğünü kullanan gazeteci de kutlayacaktır bugünü. Peki bu o gazetecinin içine sinmiş olan toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yok olacağı anlamına gelir mi? Hayır, belki de aksine 8 Mart’ı kutlayarak kadınları aptal yerine koyacaktır.
8 Mart’a ilişkin basındaki açıklamaları takip ederken 2004’ün Mart’ında Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un şu sözlerini gördüm: “'Erkeği erkek, aileyi aile yapan, genel olarak hayatımıza anlam katan, bizi insani, cömert ve mert, gerçek insan olmaya davet eden kadının sevgi ile zahmetini hiçbir şeyle ölçmek mümkün değildir''. Özbekistan devlet başkanı kadını erkeği erkek, aileyi aile yapan birisi olarak görüyor. Kadını erkekten bağımsız, ailenin içinde tıkılıp kalmamış birisi olarak görmüyor demektir bu cümlenin diğer bir anlamı. Azerbaycan devlet başkanından da alın o kadar! O da kadını vatana hayırlı evlat yetiştiren varlık olarak görüyor. Kadının kutsallığı anti-feminist zihniyetler için bu kadardır işte. Kadından anne olur, erkeğe yedirir, içirir, giydirir, onun arkasında durur ve hayırlı evlatlar yetiştirir. Anne olmak, sevdiği insanı mutlu kılmak kötü müdür? Kötü değildir ama neden erkeklerle ilgili konuşmalarda aile, evlat sözcükleri kadın için yer aldığı kadar sık yer almaz? Bu açıklamalar kadını eve hapsetmek isteyen zihniyetin ürünü cümleler değildir de nedirler? Ondan sonra da 8 Mart kutlu olsun desinler. Kadının toplumdaki siyasi ve sosyal konumu yükseltilsin deselerdi ne olacaktı gerçi?
Kadınlar lafa değil, eyleme bakmalı buna önem vermelidirler, gerisi safsatadır, her zaman söylenen, uygulanmayan, samimiyet taşımayan boş palavralardır. Bir çocuğu kaçırmak için ona şeker önerenlerin yaptıklarından farklı değildir bu yapılanlar. Herhangi başka bir günde feminist söylemleri gereksiz ve can sıkıcı bulanlar 8 Mart’ı kutlarlarsa böyle olur işte!
Bir gün kadının hakettiği yerde olabilmesi dileğiyle Kadınlar Günü kutlu olsun!
Kullan ve At!!!
Bugünün ekonomisi tüketim üzerine kurulduğu için toplum da genel anlamda tüketim
üzerine inşa edilmiştir. Televizyonlarda gördüğümüz reklamlar, elimizde bulunan
parayı devamlı olarak harcamamız için bizleri teşvik etmektedirler. İnanılmaz
pahalı kıyafetleri sırf markaları nedeniyle alabiliyoruz. Anneler günü, babalar
günü, sevgililer günü ve diğer benzer günlerde o gün gerçekten isteyip
istemememize bağlı olmadan hediye almaya zorlanıyoruz. Yılbaşı gecesinin keyfi
başka türlü çıkmaz diye düşündürülüp barlara yüzlerce milyon para döküyoruz.
Belki de hiç havamızda olmasak bile eğlenmeye zorlanıyoruz.
Sürekli aşırı kapasite üretimin ve bunun yanı sıra aşırı şekilde tüketimin
kurbanları haline geldiğimizin farkına bile varmadan sadece ve sadece tüketmek
üzerine kurulu yaşamlar sürüyoruz. Tüketmek faydalı olsa da bu tüketim
bildiğimizden çok farklı bir hal almış durumda artık. Cebimizde olmayan parayı
bile kredi kartları yoluyla harcayabiliyoruz. Tükettikçe sanki tuhaf bir biçimde
kişiliğimizi, düşüncelerimizi, kendimizi de tüketiyoruz. Kapitalizm artık
gelirlerimizin daha da büyük bir kısmını ele geçirmeyi başarırken bir yandan da
özgürlüklerimize gizli yollardan pranga takmayı daha da iyi başarıyor. Bu
prangalardan birini de kadın özgürleşmesine takıyor; fakat bunu yaparken
prangayı elmaslarla süslüyor! Kadın olmanın içini tüketim zihniyetini insanlara
aşılayarak boşaltan kapitalizm, kadının metalaştırılma geleneğine büyük katkılar
sağlıyor. Peki bunu nasıl yapıyor? İnsanları daha da fazla tüketmeye zorlayarak
yapıyor bunu; çünkü aşırı şekilde tüketen insan bir süre sonra her şeyi
tüketilecek meta olarak görmeye başlayabiliyor.
Önce ertesi yıl dolabın bir köşesine atılacak bir dolu giyim eşyası, birkaç
otomobil, televizyondaki saçma sapan programlar, sonra ise kadınlar… Hep
tüketmeye, sadece tüketmeye ve daha çok tüketmeye alıştırılanlar sadece malları
değil; aynı zamanda insanları, insan ilişkilerini ve özellikle de kadınları meta
olarak görmeye başlıyorlar. Nasıl ki bir gazoz içilir ve çöpe atılırsa kadınlara
da aynı gözle bakılmaya başlanıyor. Zaten meta olmaktan kurtulamayan kadın bu
defa da aşırı tüketime kurban gidiyor. Pek çok ve daha çok kadınla ilişki
kurmak, bu insanlarla işleri bittiğinde onları çöpe atmak, aşırı tüketimi
benimsemiş erkeğin yeni mesleği haline geliyor.
Tıpkı bir maldan faydalanabilmek için ona belirli bir miktar para ödemek
gerektiği gibi, kadınlardan da faydalanabilmek için erkekler pahalı hediyeler
alma, onların yemek paralarını ödeme derdine giriyorlar. Sonunda alacakları
yatak mükafatı için yapılan bu “insan satın alma” olayı ticaretten başka nedir?
Dahası kadının metalaştırılması bununla kalmayıp “reklam” denilen ve aslında
serbest piyasa ekonomisinde varolamayacak, ancak kapitalizm içerisinde yaşayan
bu araç yoluyla da yapılabiliyor. Bir ürünün satışı için yapılan reklamların bir
kısmının içeriğinde kadın cinselliği dehşet verici boyutlarda ön plana
çıkarılarak kadınlara hakaret ediliyor. Örneğin bir prezervatif reklamında “at,
avrat, silah” gibi kadını erkeğin aracı olarak gösteren sloganlar
kullanılabiliyor.
Yine benzer metalaştırma video kliplerde de oluyor. Özellikle rap şarkıcıları
kliplerinde neredeyse çırılçıplak ve “fahişe” olarak adlandırdıkları kadınlar
oynatıyorlar. Bunları izleyen çocukların kadın-erkek eşitliğine inanmalarını
nasıl bekleyebiliriz? Kadınları sürekli olarak fahişelermiş gibi göstermeye
çalışan, onları aşağılayan rezil kliplerin gösterimlerine müsaade edilmesini
liberallik olarak gören kapitalist zihniyet kadına pranga takmıyor da ne
yapıyor?
Kısaca, aşırı derece tüketim kadının erkek elinde oyuncak olmasına neden olacak
her türlü aracı içinde barındırarak kadın özgürleşmesine mani oluyor. Aşırı
tüketme gerekliliği sadece mal anlamında kalmıyor ve kadının da
araçsallaştırılmasına ve metalaştırılmasına kadar gidiyor. Reklamlar, video
klipler ve benzeri görsel kapitalizm araçları da kadın cinselliğini erkeğin
arzuladığı biçime sokuyor.
20.02.2005 Eflatun
AHLAKIN EN BÜYÜK AHLAKSIZLIK OLDUĞU ÜLKE (İran)
İran bilindiği üzere bir İslam devletidir. Bu özelliğinden ötürü “kadın hakları”
İran’da var mıdır varsa nasıl vardır sorularını cevaplamaya yönelik pek çok
araştırma, yazı bulmak mümkün. İran’da koca düşkünü, bekar bir kadınsanız belki
“koca alma” hakkınız olabilir; ancak bunun dışında yobazlığın her türlüsünü
ahlakla bağdaştıran yapısı ile İran’da kadının nefes alması, orada yaşayanların
yazılarından anlaşıldığı üzere imkansız. Kadını kullanmayı, onu baskılamayı
dini ahlak içerisine sığdıranlar kendi ahlaksızlıklarını görmemekteler. Bu
ahlaksızlıkların belki de en büyüklerinden biri, geçici evlilik kurumudur.
Geçici evliliğin faziletlerinin hem kadın hem de genç erkekler için olduğunu
anlatan Rafsanjani, bu kurumun büyük destekçilerindendir. Bir zamanların
cumhurbaşkanının öğütlediği bu geçici evlilik nasıl yapılır? Geçici evlilik için
bir kadın (kocası ölmüş genç bir kadındır genellikle), bir erkek (evli olabilir,
olmayabilir, genelde genç ve bekar erkekler) ve bir de imam (imam olmasa da
yapılabilir) yeterlidir. İki kişi veya imam da olursa üç kişi bir anlaşma
yaparlar ve buna göre bir saatten doksan dokuz saate kadar olan bir aralık
içerisinde evli kalınır, erkek kadına belli bir miktar para öder. Bu mukaddes
kurum sayesinde kocaları ölmüş kadınlar erkek yüzü görürler. Aynı zamanda genç
ve bekar erkekler de gönüllerini eğlendirmiş olurlar.
Herhangi bir belge ile resmiyete dökülmeyen geçici evlilik, kocası ölmüş
kadınları gözü dönmüş erkeklere sunma hizmetinden başka bir şey değildir
gerçekte. Başka deyişle fuhuş işidir. Bravo doğrusu! Fuhuşu İran içinde devam
ettirmek adına güzel yöntem. Çok pardon fuhuş değil, geçici evlilik!! İran gibi
mükemmel bir ahlakçılığa sahip, diktatör mollaların kendi çıkarlarını din çıkarı
olarak sundukları bir ülkede fuhuş yapılır mı hiç?
Eflatun
19.12.2004
Görünmezlik ve Beden
Kadinin kendi bedeni üzerindeki haklari toplum kurallari tarafindan ve kimi
zaman da hukuk kurallarinca kisitlanir. Kadin, bedeni kendisine ait olmayan bir
varliktir. Bu durum onu özne olmaktan uzaklastirir. Töreler, gelenekler, din
gibi duvarlarla etrafi cevrilmis beden özünden koparilarak et parcasi konumuna
getirilir. Artik kadinin olmayan bedeni, kadina zarar vermeye baslar.
Namus diye ortaya atilan kavramla beraber erkek mülkiyetine gecen bedenler kendi
gercekliklerinden ayri, erkek ihtiyaci icin kullanilirlar. Bu durum o kadar
normallestirilir ki artik buna aykiri cikislar, toplumun kurumsal ahlakini
bozucu nitelikte görülerek reddedilir. Normal hale getirildigi icin görünmezlik
kazanan baskiyi görünür kilmak bu nedenle cok zordur. Sürekli iktidar,
görünmezligin ardina siginarak yasar ve kendisini bu yolla üretir.
Sirf bu nedenle daha önceden görünür olan baski bugünün modern toplumlarinda bir
zamanlar daha kolay asilirken erkek egemen toplumun bugün koydugu engellerin
“sanki yokmus gibi algilatilmasi” sayesinde kadinin ilerleyisi daha yavas
olmaktadir. Henüz beden üzerindeki mülkiyet sona ermemistir. Bu mülkiyete son
verebilecek tek bir sey “geleneksel ailenin” ortadan kaldirilmasidir. Bunun
olabilmesi icin ise toplumsal cinsiyet rolleri yikilmalidir
eflatun