H e r    k a d ın    l e z b i y e n d i r.     A m a    b a z ıl a r ı    h e n ü z    f a r k e t m e m i ş t i r .
Ana Sayfa
 Feminizm
 Lezbiyen Feminizm
 Kadın Olmak
 Erkek Kültürü
 Lezbiyen Tarihi
 Şair Kadınlar
 Osmanlı'da Lezbiyen
 Politika
 Haberler
 Kadına Tecavüz
 Kültür - Sanat
 Kitap
 Felsefe
 Kadın Filozoflar
 Kadın Sağlığı
 Biz Kimiz
 Site içi arama

Eflatun  

Istisna bir gün

Kullan ve at

Ahlakin en büyük ahlaksizlik oldugu ülke

 lezbiyen kimlik  

görünmezlik ve beden

 

ONLAR ARTIK HERYERDE

 

Onlar artık her yerde, ellerine geçen her fırsatta gösteri bayraklarını açıyorlar. Aslında umursadıkları ne demokrasi, ne kadınlar ne de cinsiyetler arası eşitlik…Kendilerine verilen talimat doğrultusunda kadın gruplarının arasına girerek oradaki diğer insanların fikirlerini önemsemeden “Apo” bayraklarını sallayıveriyorlar. Oraya sadece kadın günü olduğu için katılmaya gelmiş insanları kendi çıkarlarına alet ediyorlar. Buna da demokratik hak diyorlar. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bunlarınki bitiyorsa bu nasıl bir demokratik haktır?

 

Bu kadınlar gününde de Öcalan’ı öven posterler açıldı. Öcalan gibi kadınları kendi siyasi işleri için kullanan ve onlara zerre değer atfetmeyen bir adamın posterini kadınlar gününde açarak ne kazanmayı umuyorlar? Bu yapılan kadınlara hakaret etmekten başka nedir? Bu kukla Öcalan ve onun kuklalarının neye hizmet ettikleri ortada…

 

6 MART VE 8 MART

 

6 Mart günü İstanbul’da bir gösteri yapıldı. Gösteri sırasında polis göstericilere insafsızca vurdu. Sonuçta Avrupa Birliği kadınlar günü arifesinde kadınlara atılan dayağı haklı olarak kınadı. Ülkemizde hem de kameralar önünde yaşanan bu rezaletin ardından hükümet ne yapacağını şaşırdı. Kolay değil tabi, Avrupa Birliği’ne üye olmayı isterken ve 3 Ekim tarihinde de Gümrük Birliği Antlaşması’nın ek protokolü de imzalanacakken polisin yerde yatan kadının suratına attığı tekme görüntüleri hükümeti zor duruma soktu. Bunun üzerine 8 Mart gösterilerinde benzer hadiseler yaşanmasın diye polisin daha hoşgörülü davranması istendi. Bu istek elbette ki kadınların yediği dayaktan duydukları üzüntüden değildi, maksat Avrupa’ya yaranmaktı. Her neyse ne oldu 8 Mart’ta? Diyarbakır ve Adana’da kadınlar günü şerefine DEHAP’lılar Kürtçü gösteriler yaptılar. Doğum gününde doğum günü çocuğunun diri diri yakılarak kutlama yapılması gibi bir şeydi bu. Burada ilginç olan nedir? 6 Mart adeta, 8 Mart’ta PKK’lılar rahat gösteri yapsınlar diye ayarlanmış bir numaraydı.

 

Ekonomide rasyonel beklentiler teorisi diye bir teori vardır. Tüm bireyler ve firmalar devletin yapacağı eylemleri önceden tahmin ederek bunun olumsuzluklarını baştan ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunurlar.. Aynen bu teorideki gibi devlet 8 Mart’ta kadınlar gününde yapılacak Kürtçü gösterileri bertaraf etmesin diye 6 Mart’ta yapılan gösteride araya provokatörler sokuldu. Böylece polis oradakileri dövecek, bu Avrupa basınına yansıyacak ve PKK’lılara alan açılmış olacaktı. Böyle de  oldu. Bu anlattıklarımın kanıtı yok, belki tamamıyla yanılıyor olabilirim. Yine de böyle şeylerin tesadüfi olduğunu düşünmüyorum.

 

SURİYE’YE ÇIK DİYENLERLE DEHAP ARASINDAKİ BAĞLANTI

 

Bir süredir Amerika Suriye’ye karşı saldırgan tavırlar sergiliyor. Geçen 14 Şubat’ta Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi üzerine Amerika  bu cinayeti Suriye’nin işlediği iddiasını ortaya atmış ve İsrail ile birlikte Suriye’nin Lübnan’ın doğusundan çekilmesini istemişti. (Ne ilginçtir ki, İsrail gibi Lübnan’ın güneyine girmiş bulunan bir ülke Suriye’ye çık diyebiliyor. Suriye’nin yaptığını Lübnan’ın egemenliğine aykırı görürken kendisi ülkeden çıkmıyor.) Gerginliği tırmandırmamak ve zaman kazanmak için olsa gerek Suriye lideri Beşar Esad Lübnan’dan  iki aşamalı olarak çekilmeyi kabul etti.

 

Suriye’nin Lübnan’a giriş nedeni Lübnan’daki 1975-1990 arası iç savaş, çıkmamasının bir nedeni ise Lübnan’ın ABD ve İsrail etkisine girmesini önlemek. Bir başka deyişle orada bulunmasının bir nedeni İsrail’in yayılmasını engellemek.

 

Suriye gibi İran ile yakın ittifakı olan ve  Hizbullah’a yardım ettiği bilinen bir ülkenin Lübnan’dan çıkması için baskı yapanlar Türkiye’de kimi kesimlerce barışçıl olarak görülen DEHAP’ı destekleyenlerle aynı kişiler ve gruplardır. Suriye’nin Lübnan’ın egemenliğine bir engel olduğu iddiaları ile DEHAP’ın Türkiye’de demokratik çeşitlilik yarattığını söyleyenler bu söylediklerinde gerçek anlamda insan hakları ve demokrasiyi değil; kendi kişisel çıkarlarını düşünmektedirler. Suriye’ye baskı yapanlar ile DEHAP’a destek verenler aynı kişiler olduğuna göre amaçlar da aynı olmaktadır. Suriye’yi etkisiz hale getirmek isteyenlerin niyetleri Büyük Ortadoğu Projesi’ni inşa etmek ve bölgeyi siyonizmin etkisi altına sokmaktır. DEHAP’a destek verilmesinin altında yatan ise Büyük İsrail’in bir parçası olarak görülen Türkiye’nin güneydoğu bölgesini aşamalı olarak Türkiye’nin elinden çıkartmaktır. Öncellikle Kürtler bölgede kışkırtılarak bölgenin Türkiye’den ayrılması sağlanacak ve daha sonra da bu defa Kürtlere karşı bir bahane yaratılarak bölge onların da elinden alınacaktır. Anadolu halkının birbirine düşürülmesinin altında yatan neden budur.

 

Sonuç olarak, aynı emeller uğrunda farklı tip projeler üretilip, farklı eylemlerde bulunulmaktadır. Arzularına ulaşabilmek için Siyonist güçler “demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik, kadın hakları ve hatta eşcinsel haklarını” kullanmaktadırlar. Uluslararası ilişkiler çok gariptir, bir tarafı konveks öteki tarafı konkav bir aynaya benzer. Aynı söylemler, aynı amaçlar, aynı araçlar farklı yansımalar göstererek bizleri illüzyonların içine hapsederler. Suriye Filistin’e destek vermektedir. Bu destek Siyonistlerin ve Siyonistler üzerinden para kazananların işlerine gelmemektedir. Bu nedenle Suriye’nin zor günler geçireceği bekleniyor. Aynı şekilde nasıl güçlü bir Suriye istenmiyorsa güçlü bir Türkiye de istenmiyor. Bunun için Siyonistlerin Ortadoğu’da yayılmak için kullandıkları araçlardan biri olan DEHAP, demokratikleşme sürecimize katkı adı altında Türkiye’nin gücünü köreltmeye çalışmaktadır. Türkiye’yi de zor günlerin beklediği aşikardır…

eflatun 22.Mart.2005

İSTİSNA BİR GÜN

 

Kadınlar günü…Duyarsınız belki zaman zaman, birileri kadınların hakları  olduğunu, kadın olmanın aşağılayıcı bir neden olarak görülebildiğini ve bunun ortadan kaldırılması gerektiğini, kadının baskı altında olduğunu söyler ve başka birileri de kalkar “vay siz feministsiniz zaten” diyerek hem feminizmi aşağılar hem de kadının haksızlıklara uğramışlığını görmezden gelir. Bu tartışmalar çokça duyulur. Feministlik “taslayanlar” (?!) karalanır, böyle kadınlar erkek düşmanı öcü olarak nitelendirilirler. Sakın kadınların haklarından bahsetmeyin, sonra size de vururlar bir feminist damgası! Kötüdür ya feminist olmak, maazallah alay konusu olursunuz. Kadınların bastırılmışlıklarını, susturulmuşluklarını, acılarını, hatta bırakın bunları en basit ayrımcılıkları bile dile getirseniz erkeklerden tekme yemişliğinin acısını çıkartmaya çalışan bir kadın olarak görülürsünüz. Erkekseniz daha beter! Erkek feminist olmaz, olamaz; erkekliğin şanına yakışmaz böyle şeyler.

 

Tüm bu sorunların dile getirilebildiği tek bir istisna gün vardır. Kadın olmanın anlamını, kadınlığın töresel, yerel, bölgesel, küresel sorunlarını konuşabileceğiniz bir tek tane gün! İşte 8 Mart, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlara ilişkin sorunların tartışılabileceği tek gündür. Geri kalan günler hep erkeklerindir. Biliyorum çok fazla iddialı söylediklerim. Haksızlık yapıyorsun da diyebilirsiniz. Ancak kadınlara dair sorunların konuşulabildiği tek gün olmamakla beraber 8 Mart bu konunun yine mi denmeden gündeme geldiği tek gündür. 8 Mart haricindeki herhangi bir günü ele alalım, kadına dair neler konuşulabilir böylesi günlerde? Yani feministler haricindeki insanlar ne konuşurlar? Örnekler: “Ekonomide kadının yeri”, “İlk kadın bakan, başbakan”, “kadına şiddet uygulanıyor”, “tecavüz”…v.s. Bu konuların ele alınması güzel gelişmeler mi? Bunlar zaten ele alınması gereken şeyler. Yani kimse bunları dile getirdiği için kadınlara lütufta bulunmuyor! Oysa 8 Mart haricindeki herhangi bir gün kadın konusunu biraz fazla konuşun hemen karalanır, feministlikle suçlanır (feminist olmanın ne suçu varsa artık), erkek düşmanı kabul edilirsiniz. Geçmişinizde erkekler size çok çektirmiştir ya, belki çok çirkinsinizdir ya veya da erkekleri çekemiyorsunuzdur ya, işte hep bunlardankafa şişirdiğiniz düşünülür. Oysa ne ilginçtir ki, 8 Mart’ta konuşma özgürlüğüne kavuşursunuz. En muhafazakarı bile kadınlar gününü kutlar.

 

Bu aralar belki görüyorsunuzdur, panolarda AKP kadınlar gününü kutluyor. Hatta başbakanın daha önceki 8 Mart demeçlerine bakın, kadının siyasi ve sosyal hayatta yerini alması gerektiğini söylüyor. İnandırıcı geliyor mu bu söylemler? Ya peki kadınlar gününü kutlayan başkalarının kutlamaları samimi mi acaba? 364 gün kendi meselelerine kapanmış olan ve ülkenin yarısını görmezden gelenler 8 Mart’ta ne oluyorsa birden uyanıveriyorlar. Görüyorsunuz ya aslında kadınlara tek gün verilmiş koskoca yıl içerisinde.

 

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığından bahsetmek 8 Mart’ta serbest, diğer günlerde ise bu konuları konuşmaya yeltenmeyin bile!

 

YA TÜRKİYE DIŞINDA…

 

Sanmayın ki sadece Türkiye’de durum böyle. Dünyanın pek çok yerinde 8 Mart kutlanıyor; ancak açık ya da gizli olarak kadınlar aşağılanmaya devam ediyor. Zillah Eisenstein (Amerika’daki Ithaca Üniversitesi’nde Profesör olan feminist bir aktivist) “Sexual Humiliation, Gender Confusion and the Horrors at Abu Ghraib” (Cinsel Aşağılama, Toplumsal Cinsiyet Karmaşası ve Abu Graib’de Korku) adlı yazısında Irak’ta ABD askerlerinin (kadın ve erkek subaylar da dahil bu gruba) müslüman arap erkeklere tecavüzlerine, New York Times’da “tecavüz” sözcüğü ile değil de “aşağılama”  sözcüğü ile yer verildiğine değinmiş, erkeğe tecavüzün erkeği kadınlaştırdığı için gazetenin “aşağılama” sözcüğünü özellikle kullandığını belirtmiştir. Oysa Bosna’da kadınların ırzına geçilmesi olayının “tecavüz” olarak adlandırıldığını ifade etmiş, erkeğe uygulanan benzer tip şiddetin ise, erkeğe kadına davranıldığı gibi davranılmasından ötürü, aşağılama olarak adlandırıldığını söylemiştir. Amerika’da da 8 Mart kutlanacaktır, hatta “aşağılama” sözcüğünü kullanan gazeteci de kutlayacaktır bugünü. Peki bu o gazetecinin içine sinmiş olan toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yok olacağı anlamına gelir mi? Hayır, belki de aksine 8 Mart’ı kutlayarak kadınları aptal yerine koyacaktır.  

 

8 Mart’a ilişkin basındaki açıklamaları takip ederken 2004’ün Mart’ında Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un  şu sözlerini gördüm: “'Erkeği erkek, aileyi aile yapan, genel olarak hayatımıza anlam katan, bizi insani, cömert ve mert, gerçek insan olmaya davet eden kadının sevgi ile zahmetini hiçbir şeyle ölçmek mümkün değildir''. Özbekistan devlet başkanı kadını erkeği erkek, aileyi aile yapan birisi olarak görüyor. Kadını erkekten bağımsız, ailenin içinde tıkılıp kalmamış birisi olarak görmüyor demektir bu cümlenin diğer bir anlamı. Azerbaycan devlet başkanından da alın o kadar! O da kadını vatana hayırlı evlat yetiştiren varlık olarak görüyor. Kadının kutsallığı anti-feminist zihniyetler için bu kadardır işte. Kadından anne olur, erkeğe yedirir, içirir, giydirir, onun arkasında durur ve hayırlı evlatlar yetiştirir. Anne olmak, sevdiği insanı mutlu kılmak kötü müdür? Kötü değildir ama neden erkeklerle ilgili konuşmalarda aile, evlat sözcükleri kadın için yer aldığı kadar sık yer almaz? Bu açıklamalar kadını eve hapsetmek isteyen zihniyetin ürünü cümleler değildir de nedirler? Ondan sonra da 8 Mart kutlu olsun desinler. Kadının toplumdaki siyasi ve sosyal konumu yükseltilsin deselerdi ne olacaktı gerçi?

 

Kadınlar lafa değil, eyleme bakmalı buna önem vermelidirler, gerisi safsatadır, her zaman söylenen, uygulanmayan, samimiyet taşımayan boş palavralardır. Bir çocuğu kaçırmak için ona şeker önerenlerin yaptıklarından farklı değildir bu yapılanlar. Herhangi başka bir günde feminist söylemleri gereksiz ve can sıkıcı bulanlar 8 Mart’ı kutlarlarsa böyle olur işte!

 

Bir gün kadının hakettiği yerde olabilmesi dileğiyle Kadınlar Günü kutlu olsun!  

 

Kullan ve At!!!



Bugünün ekonomisi tüketim üzerine kurulduğu için toplum da genel anlamda tüketim
üzerine inşa edilmiştir. Televizyonlarda gördüğümüz reklamlar, elimizde bulunan
parayı devamlı olarak harcamamız için bizleri teşvik etmektedirler. İnanılmaz
pahalı kıyafetleri sırf markaları nedeniyle alabiliyoruz. Anneler günü, babalar
günü, sevgililer günü ve diğer benzer günlerde o gün gerçekten isteyip
istemememize bağlı olmadan hediye almaya zorlanıyoruz. Yılbaşı gecesinin keyfi
başka türlü çıkmaz diye düşündürülüp barlara yüzlerce milyon para döküyoruz.
Belki de hiç havamızda olmasak bile eğlenmeye zorlanıyoruz.



Sürekli aşırı kapasite üretimin ve bunun yanı sıra aşırı şekilde tüketimin
kurbanları haline geldiğimizin farkına bile varmadan sadece ve sadece tüketmek
üzerine kurulu yaşamlar sürüyoruz. Tüketmek faydalı olsa da bu tüketim
bildiğimizden çok farklı bir hal almış durumda artık. Cebimizde olmayan parayı
bile kredi kartları yoluyla harcayabiliyoruz. Tükettikçe sanki tuhaf bir biçimde
kişiliğimizi, düşüncelerimizi, kendimizi de tüketiyoruz. Kapitalizm artık
gelirlerimizin daha da büyük bir kısmını ele geçirmeyi başarırken bir yandan da
özgürlüklerimize gizli yollardan pranga takmayı daha da iyi başarıyor. Bu
prangalardan birini de kadın özgürleşmesine takıyor; fakat bunu yaparken
prangayı elmaslarla süslüyor! Kadın olmanın içini tüketim zihniyetini insanlara
aşılayarak boşaltan kapitalizm, kadının metalaştırılma geleneğine büyük katkılar
sağlıyor. Peki bunu nasıl yapıyor? İnsanları daha da fazla tüketmeye zorlayarak
yapıyor bunu; çünkü aşırı şekilde tüketen insan bir süre sonra her şeyi
tüketilecek meta olarak görmeye başlayabiliyor.



Önce ertesi yıl dolabın bir köşesine atılacak bir dolu giyim eşyası, birkaç
otomobil, televizyondaki saçma sapan programlar, sonra ise kadınlar… Hep
tüketmeye, sadece tüketmeye ve daha çok tüketmeye alıştırılanlar sadece malları
değil; aynı zamanda insanları, insan ilişkilerini ve özellikle de kadınları meta
olarak görmeye başlıyorlar. Nasıl ki bir gazoz içilir ve çöpe atılırsa kadınlara
da aynı gözle bakılmaya başlanıyor. Zaten meta olmaktan kurtulamayan kadın bu
defa da aşırı tüketime kurban gidiyor. Pek çok ve daha çok kadınla ilişki
kurmak, bu insanlarla işleri bittiğinde onları çöpe atmak, aşırı tüketimi
benimsemiş erkeğin yeni mesleği haline geliyor.



Tıpkı bir maldan faydalanabilmek için ona belirli bir miktar para ödemek
gerektiği gibi, kadınlardan da faydalanabilmek için erkekler pahalı hediyeler
alma, onların yemek paralarını ödeme derdine giriyorlar. Sonunda alacakları
yatak mükafatı için yapılan bu “insan satın alma” olayı ticaretten başka nedir?
Dahası kadının metalaştırılması bununla kalmayıp “reklam” denilen ve aslında
serbest piyasa ekonomisinde varolamayacak, ancak kapitalizm içerisinde yaşayan
bu araç yoluyla da yapılabiliyor. Bir ürünün satışı için yapılan reklamların bir
kısmının içeriğinde kadın cinselliği dehşet verici boyutlarda ön plana
çıkarılarak kadınlara hakaret ediliyor. Örneğin bir prezervatif reklamında “at,
avrat, silah” gibi kadını erkeğin aracı olarak gösteren sloganlar
kullanılabiliyor.



Yine benzer metalaştırma video kliplerde de oluyor. Özellikle rap şarkıcıları
kliplerinde neredeyse çırılçıplak ve “fahişe” olarak adlandırdıkları kadınlar
oynatıyorlar. Bunları izleyen çocukların kadın-erkek eşitliğine inanmalarını
nasıl bekleyebiliriz? Kadınları sürekli olarak fahişelermiş gibi göstermeye
çalışan, onları aşağılayan rezil kliplerin gösterimlerine müsaade edilmesini
liberallik olarak gören kapitalist zihniyet kadına pranga takmıyor da ne
yapıyor?



Kısaca, aşırı derece tüketim kadının erkek elinde oyuncak olmasına neden olacak
her türlü aracı içinde barındırarak kadın özgürleşmesine mani oluyor. Aşırı
tüketme gerekliliği sadece mal anlamında kalmıyor ve kadının da
araçsallaştırılmasına ve metalaştırılmasına kadar gidiyor. Reklamlar, video
klipler ve benzeri görsel kapitalizm araçları da kadın cinselliğini erkeğin
arzuladığı biçime sokuyor.

20.02.2005 Eflatun




 

AHLAKIN EN BÜYÜK AHLAKSIZLIK OLDUĞU ÜLKE (İran)



İran bilindiği üzere bir İslam devletidir. Bu özelliğinden ötürü “kadın hakları”
İran’da var mıdır varsa nasıl vardır sorularını cevaplamaya yönelik pek çok
araştırma, yazı bulmak mümkün. İran’da koca düşkünü, bekar bir kadınsanız belki
“koca alma” hakkınız olabilir; ancak bunun dışında yobazlığın her türlüsünü
ahlakla bağdaştıran yapısı ile İran’da kadının nefes alması, orada yaşayanların
yazılarından anlaşıldığı üzere imkansız. Kadını kullanmayı, onu baskılamayı
dini ahlak içerisine sığdıranlar kendi ahlaksızlıklarını görmemekteler. Bu
ahlaksızlıkların belki de en büyüklerinden biri, geçici evlilik kurumudur.



Geçici evliliğin faziletlerinin hem kadın hem de genç erkekler için olduğunu
anlatan Rafsanjani, bu kurumun büyük destekçilerindendir. Bir zamanların
cumhurbaşkanının öğütlediği bu geçici evlilik nasıl yapılır? Geçici evlilik için
bir kadın (kocası ölmüş genç bir kadındır genellikle), bir erkek (evli olabilir,
olmayabilir, genelde genç ve bekar erkekler) ve bir de imam (imam olmasa da
yapılabilir) yeterlidir. İki kişi veya imam da olursa üç kişi bir anlaşma
yaparlar ve buna göre bir saatten doksan dokuz saate kadar olan bir aralık
içerisinde evli kalınır, erkek kadına belli bir miktar para öder. Bu mukaddes
kurum sayesinde kocaları ölmüş kadınlar erkek yüzü görürler. Aynı zamanda genç
ve bekar erkekler de gönüllerini eğlendirmiş olurlar.



Herhangi bir belge ile resmiyete dökülmeyen geçici evlilik, kocası ölmüş
kadınları gözü dönmüş erkeklere sunma hizmetinden başka bir şey değildir
gerçekte. Başka deyişle fuhuş işidir. Bravo doğrusu! Fuhuşu İran içinde devam
ettirmek adına güzel yöntem. Çok pardon fuhuş değil, geçici evlilik!! İran gibi
mükemmel bir ahlakçılığa sahip, diktatör mollaların kendi çıkarlarını din çıkarı
olarak sundukları bir ülkede fuhuş yapılır mı hiç?


Eflatun

 

19.12.2004


 

Görünmezlik ve Beden



Kadinin kendi bedeni üzerindeki haklari toplum kurallari tarafindan ve kimi
zaman da hukuk kurallarinca kisitlanir. Kadin, bedeni kendisine ait olmayan bir
varliktir. Bu durum onu özne olmaktan uzaklastirir. Töreler, gelenekler, din
gibi duvarlarla etrafi cevrilmis beden özünden koparilarak et parcasi konumuna
getirilir. Artik kadinin olmayan bedeni, kadina zarar vermeye baslar.



Namus diye ortaya atilan kavramla beraber erkek mülkiyetine gecen bedenler kendi
gercekliklerinden ayri, erkek ihtiyaci icin kullanilirlar. Bu durum o kadar
normallestirilir ki artik buna aykiri cikislar, toplumun kurumsal ahlakini
bozucu nitelikte görülerek reddedilir. Normal hale getirildigi icin görünmezlik
kazanan baskiyi görünür kilmak bu nedenle cok zordur. Sürekli iktidar,
görünmezligin ardina siginarak yasar ve kendisini bu yolla üretir.


Sirf bu nedenle daha önceden görünür olan baski bugünün modern toplumlarinda bir
zamanlar daha kolay asilirken erkek egemen toplumun bugün koydugu engellerin
“sanki yokmus gibi algilatilmasi” sayesinde kadinin ilerleyisi daha yavas
olmaktadir. Henüz beden üzerindeki mülkiyet sona ermemistir. Bu mülkiyete son
verebilecek tek bir sey “geleneksel ailenin” ortadan kaldirilmasidir. Bunun
olabilmesi icin ise toplumsal cinsiyet rolleri yikilmalidir

 

eflatun

    

 

        Lezbiyen kimlik

 

  Kuresellesmenin ortaya cikardigi en onemli alanlardan birisi de “kimliklerdir”. Ne zaman basladigi belirgin olmayan kuresellesme sureci yerel kimlikleri oldugu kadar marjinal kabul edilen lezbiyen kimligini de (aslinda gay kimliginin alt basligi olarak) ortaya koymustur. Bu kimlige sahip kadinlarin belli basli bazi ozellikler etrafinda birlesmeleriyle gunumuzun “azinliklari” icerisine dahil edilivermisler ve  kadin kadina aski sanki kapitalist-liberal dunya yaratmis gibi, politikacilarin kimisinin (agirlikla ABD’de) iktidar cikarlari ugrunda onlari somurmesine yol acmistir. 

   Lezbiyen kimligin politik bir kimlik olarak kadinlar arasindaki cinsel ve duygusal iliskilere ne tip bir katkisi olacagi tarihe bakildiginda kendini rahatca gosterir. Tarih boyunca mal ve mulku olmayan kisiler veya mal ve mulk edinmekten cesitli yollarla mahrum edilenler, her devrim ve savasin ardindan haksizliklarla karsilasmaya devam etmislerdir. Bugun de sermayenin neredeyse hepsinin erkek elinde bulundugu dunyamizda kadinlarin “lezbiyen  kimlikten” ne kadar faydalanabilecegi kuskuludur. Ne yazik ki,  siyasal guc arkasinda ekonomik destegi de gerektirir. Politik bir lezbiyen kimliginin gunumuzde  basarili olmasini engelleyen nedenlerden biri budur.

  Ikinci  neden, lezbiyenligin tek guc kazanabilecek gibi gorundugu modern ulkelerdeki liberal sistemin “politika” denilen iktidar aracindan  kaynaklidir. Elbetteki politika yapilamayan diktatorluklerde lezbiyenlerin ve genel anlamda escinsellerin hak kazanmalari cok daha zordur. Ama liberal sistemin erkekleri arasindaki politik oyunlarda da kimliklerin savunulmasi bir cesit kepazelige donusmustur. Bunun nedeni politikanin  bir erkek oyunundan ibaret olmasidir:  Mutlak erkek cogunlugunun secildigi meclisler; baskanlarin, basbakanlarin hemen hemen tamaminin erkek oldugu ulkeler; meclislere kadin-erkek sayisal esitligi saglayan kotalarin konmasina “demokratik degil” mazeretiyle mani olan liberal parlamenter sistemler...  Kadinin bu oyunda  zorunlu tutuldugu  rol ya erkek efendilerinin izinde en fazla kadin-erkek esitligini  goruntu olarak sunmak ya da bu efendilere oy vermektir. Neyse ki bu zihniyete inat Bati Avrupa’da kadin cok daha fazlasini basarmistir.  Ancak bu basari  yeterli degildir.

  Politikanin kadina alaninda bictigi bir baska rol ise kendisini ilgilendiren konularda haklarini savunmasidir. Kadin burada demokratik duzeyde haklarini savunarak bunlari alamaz, haklarini “kazanmasi” gerektigi seklinde kandirilir. Bunun en guzel orneklerinden biri de lezbiyen kimligi altindaki kadinlarin gercek anlamda haklarini kazanacaklarina olan inanclarinin suistimalidir.

 

  Ornegin, siyasal bir partinin lezbiyenlere ve gaylere evlilik hakki vermek, islerinden atilmama garantisi saglamak gibi suni gundemler yaratarak oy toplama cabalaridir. Bu durumda, amac oy toplamak olsa da ,  bir yandan da bu haklar sonradan verilmek zorunda  kalinir gibi gorunebilir; ancak siyasal partilerin gay-lezbiyen haklarini sozde savunma istekleri secim sonrasinda devam etmez. Sosyal alana tasinmayan ve topluma nufuz ettirilemeyen escinselligin “normalligi” tum yapilanlarin yuzeysel olarak kalmasina neden olur.

 

   Bir baska neden de kadin kimliginin gormezden gelindigi gunumuzde lezbiyen kimliginin herhangi saglam bir  temele oturtulmak istenmeyisidir. Kadin halen yeterince birey olarak gorulmedigi icin kadinin kadina yani yari-bireyin bir baska yari-bireye tutunma arzusu, onunla iliski kurma istegi, ona asik olmasi veya cinselligini onunla yasamasi, “dogasi geregi zayif kabul edilen” kadinin yapamayacagi bir sey olarak gorulur. Bu nedenledir ki lezbiyenlik dikkate alinmayan, gozden kacan ve  sadece erkegin cinsel  iktidari icin “sakincali” gorulen bir kimlik olarak algilanmistir.

 

  Erkegin hem siyasal, hem sosyal, hem kulturel hem de ekonomik iktidarini yitirmemesi icin uygulanan sistemlerde ( hangisi olursa olsun) yapisal destekler bulunmaktadir. Lezbiyenlerin bu iktidari yikabilecek  birincil insanlar toplulugu olmalari, varoluslarinin gormezden gelinmesine neden oldugu gibi, ayni zamanda, siyasal guclerin (bunlar resmi veya gayri resmi olabilirler-burada bu tip bir ayrim erkegin ustunlugunu etkilemez) simdiki  iktidarlarini veya gelecekteki iktidarlarini lezbiyenlerle paylasmak istememelerinde de etkili olur.

   Kadinin yolu cok uzun, bu yolda onune bir dolu erkek ciktigi gibi, bir suru sistem, kural ve hatta erkegin  yaninda olan kadinlar da cikacaktir.

 Kadina dair olanin yaratilmasinda lezbiyen kimlik, siyasal yapilarin yeniden yaratilmasina degil, kendi kendini gercek anlamda var etmeye yonelik olmalidir.  

01.11.2004 eflatun

 basa dön

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarlar
 Kırmızı
 Turkuaz
 Eflatun
 Diğer Sayfalarımız
 Roman - Hikaye
 Resim Galerisi
 Nostalji
 Astroloji
 Mizah
 Sizden Gelenler
 
 Sana Aşığım
 Aşk Arayanlar
 Günah Çıkarma
 Derdini Anlat
 Tartışma Forumu
 Arşiv
 Linkler

 

 

Homepage kostenlos erstellt mit Web-Gear

Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der Autor dieser Webseite. Verstoß anzeigen