H e r    k a d ın    l e z b i y e n d i r.     A m a    b a z ıl a r ı    h e n ü z    f a r k e t m e m i ş t i r .
Ana Sayfa
 Feminizm
 Lezbiyen Feminizm
 Kadın Olmak
 Erkek Kültürü
 Lezbiyen Tarihi
 Şair Kadınlar
 Osmanlı'da Lezbiyen
 Politika
 Haberler
 Kadına Tecavüz
 Kültür - Sanat
 Kitap
 Felsefe
 Kadın Filozoflar
 Kadın Sağlığı
 Biz Kimiz
 Site içi arama

Kadın Olmak

 

Feminist eşittir Lezbiyen değildir!

 

 

Feministler gizli ya da açık lezbiyen değildir, feministler kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını isteyen kadınlardır. Sadece budur.

 

Lezbiyenlik ise  farklı bir durumdur. Heteroseksüel kadınlar arasında feminist olmayanlar olduğu gibi lezbiyenler arasında da feminist  olmayan çok sayıda kadın vardır.

 

Başka bir deyişle, Feminizm ile lezbiyenlik arasında ilişki kurulması gerçeği yansıtmayacağı gibi, hakaret etme amacıyla söylenmiş lezbiyen sözü bazı feminist arkadaşları  rahatsız ettiği gibi feminist misin sorusuna da BEN  FEMİNİST DEĞİLİM diyen çok sayıda  lezbiyen vardır.

 

Tabii bu durum en çok bizleri üzmektedir. Çünkü bu gazetenin yazarı olan bizler lezbiyenlerin feminist görüşlü olanlarıyız! Ve bize göre feminist olsun olmasın bütün kadınlar zaten doğuştan lezbiyendir. Bazıları hayatları boyunca bunu farketmese de...

 

 

''ŞİDDET ŞEHİDİ KADINLAR'' SERGİSİ AÇILDI

   

    İSTANBUL (A.A) - 08.03.2005 - ''Dünya Kadınlar Günü'' nedeniyle  Şefkat-Der tarafından ''Şiddet Şehidi Kadınlar'' adı altında sergi açıldı.

    Beyoğlu'ndaki Şefkat-Der Genel Merkezi'nde düzenlenen serginin açılışında konuşan dernek başkanı Hayrettin Bulan, Türkiye'de 2004 yılında şiddete maruz kalarak ölen kadın sayısının 575 olduğunu söyledi.

    Bulan, cinayetlerin 375'inin aile içinde gerçekleştiğini kaydederek, ''Aile içinde cinayetleri en çok işleyenler kocalar ya da eski eşler olmuştur. Karşılıksız sevgiye tutularak işlenen cinayetlerin sayısı 50'yi geçmiştir'' dedi.

 

http://www.anadoluajansi.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=83&Itemid=117

 

 

 

BORRELL: ''ERKEKLERİN DAVRANIŞLARI DEĞİŞMELİ''

   

    STRASBOURG (A.A) - 08.03.2005 - Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell, kadın-erkek eşitliğine ulaşmak için erkeklerin davranışlarının değişmesi gerektiğini söyledi.

    Borrell, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, ''Kadın ve erkek arasındaki eşitlik, erkeklerin davranışları kökten değişmediği sürece gerçek olamaz. Kadınların eşitsizliği kadınların sorunu değil ama kadınlar için bir sorundur'' dedi.

    Her gün binlerce kadının ayrımcılık kurbanı olduğunu belirten Borrell, ''Kadınlar hala psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddete maruz kalıyor'' diye konuştu.

    Borrell, AB üyesi ülkelere, kadınlara eşit maaş verilmesi ve yaşamlarını kolaylaştıracak avantajların sağlanması çağrısında bulundu.

 

 

  KADINLAR İŞ DÜNYASINDA ZİRVEYİ ZORLUYOR

          

    İSTANBUL (A.A) - 08.03.2005 - Türkiye'de kadınlar, karşılaştıkları pek çok soruna rağmen, başarılarıyla iş dünyasında zirveyi zorluyorlar.

    Toplam işgücü içinde yer alan 2-3 milyon kadının sadece binde 7'sini oluşturan girişimciler, başarıdan başarıya koşuyor.

    Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) verilerine göre Türkiye, tüm OECD ve Avrupa ülkeleri arasında kadın girişimci oranının en düşük olduğu ülke konumunda bulunuyor.

    Türkiye'de işgücüne katılan 2-3 milyon kadının sadece yüzde 0.7'si girişimci konumunda yer alıyor. Toplam işverenlerin yüzde 12.5'i, kendi hesabına çalışanların da yüzde 10.8'i kadınlardan oluşuyor.

    Ernst&Young'ın Türkiye'de yaptığı bir araştırmada, kadınların çalışma arkadaşı olarak benimsendiği, ancak yönetici olarak çok fazla kabul görmediği ortaya çıkıyor.

 

21.Mart.2005

 

Lezbiyen İlişki "Ağır Tahrik" Unsuru

İstanbul Fatih'te, eşiyle ilişkisi bulunan Yelda Yıldırım adlı kadını
bıçaklayarak öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Yaşar Hüseyin Yardımcı 'yı 24 yıl
ağır hapis cezasına çarptıran mahkeme, eşin yaşadığı lezbiyen ilişkiyi "ağır
tahrik" unsuru kabul ederek cezayı 6 yıl 8 aya indirdi.

İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dün görülen karar duruşmasında, tutuklu
sanık Yaşar Hüseyin Yardımcı hazır bulundu. Duruşmada ''son sözü'' sorulan
Yardımcı, ''Olayın bu aşamaya gelmesini istemezdim. Pişmanım'' dedi.

Yardımcı'yı ''kasten adam öldürmek'' suçundan önce 24 yıl ağır hapis cezasına
çarptıran mahkeme heyeti, bu cezayı, sanığın eylemi eşinin yaşadığı lezbiyen
ilişki nedeniyle ağır tahrik altında gerçekleştirdiğini ve duruşmalardaki iyi
halini göz önüne alarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına indirdi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Ahmet Ulucak ise ''Sanığın, eylemi meşru müdafaa sınırını
aşarak gerçekleştirdiği düşüncesinde olduğunu, hükmün de buna göre kurulması
gerektiğini'' belirterek karara muhalif kaldı.
Kaynak : CUMHURİYET GAZETESİ 5 Ocak 2005 04:04





.......

AYIN DOSYASI

5 Ocak 2005 tarihli gazetelerde bir iki paragraflık bir yazı olarak okuduk
yukardaki haberi hepimiz.Aylar önce gerçekleşen bu cinayeti de gene gazetelerden
ve televizyonlardan öğrenmiştik.28 yaşında,13 yerinden bıçaklanarak öldürülen
genç bir kadın yaşamımıza sadece bu iki haberle girdi ve unutulup gitmek
üzere.Olağan yaşamlarımızda ki olağan olaylardan biri olacak Yelda Yıldırım ın
yaşadıkları ve kısacık ömrü.Peki böyle mi olmalı?

Biraz durup düşündüğümüz de, vicdani değerleri sarsan, hukuk inancımızı ters yüz
eden ve eçcinsel yaşama ciddi bir hakaret olarak ele alınması gereken bu cinayet
ve mahkeme kararı üzerine en başta lezbiyen kadınlar olarak sessiz kalmamızın,
gelecekte ki olası şiddet ve cinayetlere kapı açacağını,” örnek” olacağını
görmemek mümkün mü?Kadını döven, kadına tecavüz eden erkek egemen sistemin bu
kez de karşımıza “lezbiyen kadını öldürmek cezai indirim nedeni” hukuksal
yargısını suskunluk ve çaresizlikle kabul mu edeceğiz?Bir kez daha ve
utanmaksızın insani haklarımıza ve değerlerimize el uzatılmasına ve bunun böyle
çirkin bir olayla neredeyse yasallaştırılmasına göz mü yumacağız ?.Gazetelerde
hergün onlarcasını okuyup tepkisiz kaldığımız tecavüz ve dayak olaylarına
alışmaya(!) çalışırken, lezbiyen olmayı “tahrik” sayan bir sistem içerisinde
gene susmaya, gene görmezden gelmeye devam mı edeceğiz?Yelda Yıldırım isimli
genç kadının arkasından, onun adına, onun için birşeyler yapmak vicdani
sorumluluğunu hissedemiyorsak bile, günün birinde benzer bir şeyin bizim
başımıza gelebileceğini ve başta eşcinsel oluşumların ve lezbiyen kadınların
parmağını bile kıpırdatmayacaklarını düşünerek , hemen şimdi, kendimiz için,
hepimiz için sesimizi yükseltmemiz ve bu kirli cinayet davasına ve utanç verici
mahkeme kararına tepkilerimizi çok somut bir şekilde ortaya koymalıyız.

Femina’s Ocean ekibi, bu olayı, “Ayın Dosyası” olarak mercek altına alma
kararını yukarda anlatmaya çalıştığımız gerekçeler ışığında verdi.Taraflı erkek
egemen medya haberlerinin ötesinde, özellikle Yelda Yıldırım ın yakın çevresine
ulaşarak, olayları en başından araştırıp, tüm gelişmeleriyle birlikte sizinle
paylaşmaya çalışacağız.Elde ettiğimiz bilgileri konuyla ilgisi olabileceğini
düşündüğümüz tüm kişi ve kuruluşlara ulaştıracağız..5 ocak tarihli kısa bir
haber olarak kalmayacak 28 yaşında ki Yelda nın yaşamı ve cinayeti.

Siz bakmayın “Ayın Dosyası” dediğimize..Vicdanımız derin bir oh çekene,
“lezbiyen olmak ağır tahrik” olmaktan çıkana kadar yazacağız.

Sevgiler

Femina’s Ocean

KADINSI OZGURLESME SURECINDE KURAM VE TERAPI
Mahan Dogrusoz

Kadin olmak kusatilmis olmaktir. Kadin erkek egemen kultur tarafindan oldugu kadar, dil ve kuram ile de kusatila gelmistir. Latince kadin anlamina gelen femine, fe ve minus koklerinden olusur. Minus eksiklik, Fe ise inanc, guven, namus ve guvenilirlik anlamina gelir. Kadin olmak inanctan, guvenilirlikten ve namustan yoksun olmak demektir. Turkce kadin kelimesi eski Turkcedeki katun kelimesinden gelir. Katun, icine bir sey katilmis olan yani saf, ari olmayan anlamina gelir. Kadin saf ya da ari bir cins degildir. Tek Tanrili dinlerin yaratilis mitlerinde kadin kronolojik olarak erkekten sonra yaratilan cinstir. Yahudi ve Hiristiyanliga gore ise erkegin kaburgasindan can bulur. Aristoteles kadini eksik kalmis erkek olarak tanimlar. Kadin, bati dualist felsefesinin zit ve hiyerarsik ikiliklerle dusunme geleneginde, daha asagi gorulen bedene, dogaya, irrasyonele ve duyguya dair gorulur. Freud, 1925 yilinda kaleme aldigi "Cinsler Arasindaki Anatomik Farkin Bazi Ruhsal Sonuclari" adli makalesinde soyle der:

Telaffuz etmekte tereddut etsem de, kadinlarda ahlaki anlamda normallik duzeyinin erkeklerden farkli oldugu kanisindan kacamam. Kadinlarin ust-benleri hicbir zaman erkeklerden bekledigimiz kadar kati, nesnel ve duygusal kaynaklarindan bagimsiz degildir... Kisiyi iki cinsi konum ve deger itibariyle tamamen esit gormeye zorlayan feministlerin inkarlarinin bizi bu sonuclardan saptirmasina goz yummamaliyiz.

Kadin, bu cercevede sadece icinde yasadigimiz ve sinirlandigimiz kultur tarafindan degil, ataerkillik paydasinda bulusan binlerce yillik dusunsel gelenekler, diller ve dinler tarafindan da kusatilmistir.

Ataerkillik paydasinda bulusan kulturler kadini sakatlar. Icinde yasadigimiz kulturun geleneksel yonu kadinin bireysellesmesini, cinselligini tanimasini, arzusunun oznesi olmasini, arzusunu dolaysiz ifadesini, kendine bir varolus alani acmasini yasaklar. Kadinin bireysellesmesi engellenir. Kadin icine dogdugu iliskiler aginin secimleri dogrultusunda cizilen bir kaderi yasar. Kadinin bedeni, cagdas kulturun ifade ozgurlugunu temsil eden gorsel basin, ve hatta cinsel ozgurlugun ifadesi olarak da rasyonalize edilmeye calisilan pornografi tarafindan alinip satilan, nesnelestirilen seyirlik bir seye donusturulur. Kadin olmak dogumdan itibaren sinirlari cizili bir cinsiyet kimligini giymeyi ogrenmek ve cinsler arasinda varolan hiyerarsiyi icsellestirmek demektir. Bu ogrenme sureci hayatin her alanini kusatan, sekillendiren ve belki de rituellerle donatan cinsiyet kimligini ogrenme surecidir. Freudcu kuramin ifade ettigi bicimiyle anatomi kader degildir. Kultur, bedeni ve cinsiyeti kurgulama gucuyle kaderdir. Kultur, butun kapsayiciligiyla meta bir kuramdir. Kultur, kadina bedenini ve cinsiyetini ve bu dogrultuda da kendini / benligini nasil yasantilayacagini, neleri yapip, neleri yapamayacagini dikte eden, ehlilestiren, normal olani tanimlayan ve talep eden bir sistemaktir. Erkek egemen kultur, baski ve cezadir; kadin tarafindan icsellestirilen kati ust-bendir. Belki de annenin imgesinde ve onun sesinden konusan ama sonuna dek erkin, erkegin, efendinin kurallarinin zihinsel temsilcisi ve icsel sesi olan ust-ben. Ust-benin besledigi sucluluk duygusu, kadinin, benim ve bu topraklarda kadin olan herkesin hayal gucunu, yasamsal secimlerini, deneysel yonunu igdis ediyor. Icimizdeki kati zihinsel ses binlerce yillik ataerkil mirasin paranoyasi ile bizi izliyor. Degisim gucumuzu elimizden aliyor.

Ve kadinsi benlik, geleneksel ataerkil kultur tarafindan kendine ozgu gelisim surecinden mahrum birakiliyor. Benligin kendini gerceklestirme, var etme sureci sekteye ugruyor. Geriye, belki de sadece ruyalarda ortaya cikan geriye itilmis arzular, ucsuz bucaksiz gibi gorunen bir ofke, suclulukla birlikte kisinin kendine donen bir depresyon kaliyor. Sozun, eylemin ve gucun alanindan uzakta olan kadin kendini yaraliyor. Insana dair olan kendini ifade etme, eyleme gecme, degisim yaratma, haz arama arzusu sessizlikte ifadesini buluyor. Kadinin suskunlugu ve o oranda da kulturel duzeyde kendini ifade edebilecegi bir dilin eksikligi kadini depresyona mahkum kiliyor. Depresyon, dis dunyadan soyutlanmadir, ice donustur, caresizliktir, depresyon eylemsizliktir ve belki de bir anlamda depresyon bu ulkede ve bu dunyada biraz kadinsidir.

Oysa, diger yanda bizim gibi ozgurlesmis kadinlar vardir. Yani sonuna dek eril olan bu kamusallik icinde varolan / varolabilen kadinlar. Empatiden ve duygularindan arinmis, rekabetci, iktidar ve guc arzusu ile gudulenen, eril bir bireysellesme ile kadinsi ve anac butun iliskiselligini sanki kadinsi gecmisine gommus gibi gorunen kadinlar. Yani emrinde calismak zorunda kaldigim butun kadin yoneticiler, beni egen ve egiten kadin akademisyenler, kendimin ve cocuklarimin gelecegini emanete kalkistigim butun kadin politikacilar. Evet, kamusal alandalar ve ozgurler. Eylemin ve sozun gucune sahipler, ama bence artik kadin ya da kadinsi degiller. Ben buna kadinsi ozgurlesmenin ironik durumu diyorum. Ozgurlesmek icin cinsel kimlik degistirmek zorundaligimiz ironik ve o oranda da trajikomiktir.

Bu cercevede, geleneksel kulturun kusattigi ve sakatladigi kadina ve diger yanda kamusal alanda varolabilen ozgurlesmis ve o oranda da erkeklesmis kadina alternatif kadinsi bir ozgurlesme projesi uretmemiz gerektigini dusunuyorum. Kamusal alani disil degerler dogrultusunda degistirmeyi de hedefleyen bu proje, kadinin benligini istedigi dogrultuda sekillendirmesine izin verebilecek esneklik, deneysellik ve hayal gucune sahip bir kulturun ve ust-benin utopyasinin tohumlarini tasiyor. Kultur, apriori olarak bireyin, benligin antitezi degildir. Kultur, sakatlamak yerine, guclendirmek; tek tiplestirmek yerine alternatifler sunmak potansiyeline sahiptir.

Bu dogrultuda bizlere, yani kadin arastirmacilarina ve kadin sorununa duyarli olan herkese onemli bir misyon dustugunu dusunuyorum. Kamusal ama kadinsi ozgurlesme kanallarinin tanimlanmasi ve dile dokulmesi. Bu cercevede kuramin kendisinin cok onemli bir islevinin oldugunu dusunuyorum. Kuram bizlerin zihinsel haritalaridir. Bilimde, saf gozlem olmadigi gibi hayati ve gercekliklerimizi de okumak dolayimsiz gerceklesmez. Hayati okumak, hayati bir kuramin gozluguyle okumaktir. Eger, farkli bir hayati kurmak istiyorsak, once bu hayatin tohumlarini zihinlerimizde atmak zorundayiz. Gercegin suretini zihinlerimizde ve gonullerimizde kurmak zorundayiz. Ozellikle kadinlar olarak, gundelik hayat akisi icinde bizi kistiran, bizi sakatlayan kultur alanlarinin ayirdinda olmamiz, kurmayi hedefledigimiz yarinin projesi adina buyuk bir onem tasiyor. Kadini, ice donen ve hastalandiran ofkeye, sucluluga ve bunun ardindan gelen depresyona karsi koruyacak en onemli aracin kadinsi sozun ve eylemin gucu olduguna inaniyorum. Ki bu soz ve eylem, gecmiste kendinin baskilanmasina, gorunmez kilinmasina, azimsanmasina ve marjinalize edilmesine yol acan eril soz ve eylemden ayrismis bir soz ve eylem olacaktir. Tahakkumu, baskiyi, iktidar ve hiyerarsiyi dislayacaktir. Kadinsi soz ve eylem empatik, iliskisel ve yataydir.

Yine bu cercevede terapi kadinsi ozgurlesme acisindan devrimci bir isleve sahiptir ve bir yonuyle de icinde yasadigimiz ataerkil kulturun taleplerinin antitezidir. Ataerkil kultur dayatir, terapi sorgular. Kultur tek tiplestirir, terapi ozgun deneyimlerin ayirdina varilmasi ve sekillendirilmesini hedefler. Kultur cinsiyetcidir ve bu dogrultuda yasaklar koyar ve cezalandirir. Kadin duyarliligina sahip bir terapi sureci esitlikci ve guclendiricidir. Kultur baskilar, terapi su yuzeyine cikarir. Kultur kadini aciz birakir, terapi ise kendiligin kesfini saglar.

Kadinin guclenmesini hedefleyen bir terapi sureci, kisinin kendince ve kendi ozgunlugunle icsellestirdigi kulturun sakatlama, baskilama, kisitlama ve bu dogrultuda da hastalandirma bicimlerinin kendi bireysel oykusundeki yansimalarinin ayirdina varma surecidir. Ve bilgi guctur. Donusumu yaratacak tek sey bilgidir. Psikanalitik anlamda, bireysel gelecegimi iradem dogrultusunda sekillendirme gucum, bireysel tarihimi yorumlama ve anlama gucumden gelir. Depresyon asilabilir. Melankoliye, depresyona yani ice donen enerji, bireyin kendi donusumunu sekillendiren bir enerjiye, soze ve eyleme donusebilir. Boylece kadin kendi ust-beni, kati icsel sesi ile hesaplasabilir ve kendine yeni sesler verebilir. Daha esnek, daha destekleyici, daha merhametli ve daha empatik ve o oranda da daha kadinsi ic sesler.

Su anda, Turkiyede maalesef terapiden gecmek icin kadin olmak yeterli degil. Ust-sinif bir kadin olmaniz gerekiyor. Bu icinde yasadigimiz dunyanin ve kulturun sinifsal gercekleri ile ortusuyor. Bazilari terapi surecinden etkin bir sekilde yararlanabilmemiz icin belirli bir sinifa ya da kulture ait olmamiz gerektigini bile iddia ediyor. Bu cercevede kadin evrensel bir kategori olmadigi gibi, sinifsal farkliliklarla da bolunuyor. Oysa, kadinin ozgurlesmesini hedefleyen bir proje, sinifsal bir elitizmi benim adima- iceremez. Bir kadin arastirmacisi ve bir psikoterapist olarak hedefim, sadece seans ucretini odeyebilen mutlu azinligin donusum surecine katkida bulunmak degildir. Sayilari milyonlari bulan ve bir seans ucretimizin kendileri icin harcayabilecekleri aylik paraya bile denk gelmedigi kadinlarin donusumudur beni ilgilendiren. Terapinin Paulo Freire’nin okuma yazma icin tanimladigi bicimiyle elit bir kitle icin degil, kitleler icin olmasi gerektigini dusunuyorum. Alt sinif bir kadinin depresyon ya da panik atak yasarkenki en buyuk sansi belki onu sakinlestiren ya da uyutan ilaclara bir sekilde ulasabilmis olmasidir. Oysa, bu kulturun ataerkil yapisinin sakatladigi kadinin kendini donusturebilmesi, onu dinleyip, anlayabilecek, aynalayabilecek ve donusumunu hizlandirabilecek bir terapi sureci ile olasidir. Semptomlari yatistirabiliriz, bunu yapacak kimyasallarimiz var ama bizi ileriye tasiyacak bir degisim icin kendimizi anlamak ve anlamlandirmak zorundayiz. Bunuysa, sadece insanlar yapabilir.

Mahan Dogrusoz, Psikolog, Kadin Arastirmacisi

basa dön

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarlar
 Kırmızı
 Turkuaz
 Eflatun
 Diğer Sayfalarımız
 Roman - Hikaye
 Resim Galerisi
 Nostalji
 Astroloji
 Mizah
 Sizden Gelenler
 
 Sana Aşığım
 Aşk Arayanlar
 Günah Çıkarma
 Derdini Anlat
 Tartışma Forumu
 Arşiv
 Linkler

 

 

Homepage kostenlos erstellt mit Web-Gear

Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der Autor dieser Webseite. Verstoß anzeigen